'DOĞRU'SAL YANILGI ve 'GERÇEK' ARAYIŞI

    Zaman içerisinde gelinen yerin bağlı olduğu,  zaman dışındaki, etkenler nelerdir? Zamanı, konum aynı kaldığında hiç geçmemiş, çok farklılaştığında hızla geçmiş olarak algılayışımızın nedeni nedir?  Dolaşımın (mobilite) artması mı zamanı hızlandırmaktadır? Eskil ile çağcıl arasındaki ayrım 'hız' mıdır? Öte yandan; her iki durumda da çağcıl, başlangıçtan az veya çok farklı olan  'son' konumundan geriye dönüp baktığında, zamanın  çok 'hız'lı geçtiğini söyler.   'Rüzgâr gibi' geçmesi zamanın, hem sürekli aynı yerde olanlar, hem de  çok dolaşanlar için  geçerli bir algı ise, zamandan öte bir kavram olması gerekmez mi? 

   Hız, zaman dışında bir büyüklüğü, 'yol'u, barındırır. Alınan yol, konumdaki değişimdir.  Yol almayan bir kişi için, günlerin geçmek bilmemesi de (0/∞), çok çabuk geçmesi de (0/0) hızın, matematiksel açıdan belirsizliğini ya da anlamsızlığını gösterir.  Yazınsal açıdan ise, Apollinaire'nin dizeleri örnek olabilir.  'Günler geçiyor bense hep aynı yerde'* demek, aslında, konumdaki değişimin/değişimsizliğin zamandan etkilenmeyebileceğini gösteriyor. İki bağımsız değişkenin birbirlerine oranının anlamsız olarak algılanmasının nedeni de bu etki eksikliği.  'Oran', bu durumda 'hız', her iki büyüklüğün de sonlu olması koşulunda tanımlıdır. Konumdaki değişimin sonsuz küçük olması, sonsuz büyük bir zamanda da, bir ândaki değişimsizlik kadar anlamsızlaştırmakta hız kavramını. Durgun, dingin bir hâlin, sonsuz bir zamanda sürmesi ya da  lâhzada**  farkedilmeyecek değişimlerin olması,  düşünsel bir oluşumdur. Gerçekte olan; sonsuz zamanda da, ânda da kıpırdanan, salınan, dönen, sürekli devinen konumlardır. Fakat; değişimin doğrusal olması gerektiği yanılgısı bu devingenliği gölgelemektedir. 

    Her şey ama her şey içten içe kıpırdarken, kapladığı alanın konumunun değişmediğini sanmak, bir yavaşlık yanılgısı. Az değişmek ya da değişmemek algısı, konum farkı  zamana göre oranlandığında, hızın da az olduğu sonucunu getirir. Ama zaman,  bizim algılayabileceğimiz tüm değişimler için yeterli ve elverişlidir. Zamanın en küçük parçasında, en nitel değişim oluyorsa, 'lâhzada bitiyorsa yaşamak'**, her şey hızla akıp geçebilir. Demek ki; zamanın 'su gibi akıp geçmesi' ve 'olduğu yerde kalması', konumun zamana göre değişimi ölçüt olarak alındığında diğeri ile çelişse de, gerçekte bu iki algı birbirlerini tümlemektedirler. Çünkü;  'hız', yalnızca bir karşılaştırmadır. Gidilen yolların varılan konum üzerindeki etkisi, çoğu kez, zamanın konum değişimi üzerindeki etkisinden  fazladır.  İki konum arasındaki yolu aşmak için gerekli süre kimi zaman etkili olsa da, son konum bu süreden bağımsızdır. Son konumun bağlı olduğu değişken, izlenen yoldur ve bu yolun düz bir çizgi olması olasılığı çok yüksek değildir.

  'Doğrusallık' yanılgısı, belki de, iki nokta arasındaki en kısa yolun bir doğru olmasından kaynaklanmaktadır. Fakat; gelin görün ki,  konumlar birer ayrık nokta değillerdir. Dengedeki konumlar bile bir ortalama etrafında salınan çok sayıda noktadan oluşur ve bu noktaların da kendi aralarında bağıntıları vardır. Bulunulan konuma gelindiğinde sahip olunan enerjinin miktarı, salınan bu noktaların arasındaki bağıntıyı da etkileyecektir. 

    Bu konuda verilebilecek bir örnek, türbülanslı akıştaki iki nokta bağıntısı (two point correlation) ile başlangıçtaki döngü (eddy) büyüklüğü arasındaki ilişkidir. İki nokta arasındaki uzaklık döngünün ortalama çapını aştığında aralarındaki bağıntı da yok olmaktadır [1]. Öyleyse; konuma öznenin enerjisi de etki etmektedir. Ama bu sonuçtan daha önemli olan bir gerçek vardır: Öznenin yaşayan bir dizge olduğu. Yaşayan her şey, yalnızca bir bütün olarak değil, kendi içerisinde de alt parçalarıyla birlikte, zaman içerisinde devinir. Bu devinimin hangi sürede olduğu bir neden değil, sonuçtur. Alt parçaları arasındaki bağıntılar ve kendi salınımı, alacağı yolu ve gideceği yeri belirleyecek, yolda iken devinmeyi sürdürdüğü için gittiği yerde farklı bir özne olacaktır. Gidilen yer yola, yol ise öznenin kendi yapısına bağlıdır.

 

 Şekil 1    Özneler arasındaki uzaklık, başlangıçtaki öznenin büyüklüğünü aşarsa, aralarındaki bağıntı (B11)  azalmaktadır. Başlangıçtaki özne çapı, öznenin enerjisi ile doğru orantılıdır. Bu enerjinin miktarı azaldıkça, özneler arasındaki bağıntı daha çabuk azalır.  Lars Davidson'dan uyarlama [1]. 

 

    Her ne kadar, alanlar arasında kurulan benzeşimlerden basmakalıp yaklaşımlar barındırdıkları için kaçınmak gerekse de; başlangıç enerjisi, devinim, yol, zaman ve konum değişkenlerinin  toplumların gelişmelerinde de yerleri oldukları söylenebilir. Örneğin; 'çağcıl' topluma ulaşmak, 'eskil' toplumdan bugüne zaman içerisinde çizilen bir çizginin üzerinde mi olmuştur? Toplumsal 'gelişim', kimilerinin bu çizgiyi daha az sürede alması mı demektir? 'Eskil'lerin dolaşımı yaygın olmadığı için,  onlara göre yaşamak dingin, durgun ve neredeyse sonsuz muydu? Eskil topluluklarda insanlar, 'ne çabuk geçti yaşam?' diye sormuyorlar mıydı? Son iki soruya yanıt vermek çok kolay değil. İlk sorunun yanıtı ise çok açık: Değişim doğrusal değildir ve gelişim hızlı bir değişim olarak tanımlanamaz. Böyle olsa idi, 'çizgi'nin üzerinde yavaş giden toplumlar da hızlanıp gelişebilirlerdi. 

        Böyle bir öngörü var, aslında. Eskilden çağcıla uzanan düşsel çizgiyi yavaş kateden toplumların, çevrelerindeki çağcıllığın olanaklarını kullanarak hızlanacakları ve gelişecekleri öngörüsü. Bu öngörü, gelişimin tek olduğunu ve 'gelişim'i daha önce tamamlamış olanların  izlediği yolu pusulada işaretleyip o yoldan gitmekle amaca ulaşılacağını söyler. Bir kaç on yıl, hatta yarım ya da bir  yüz yıl önceki teknik çalışmaların yapılmasının gelişme yolunda bir adım sayılması  bu düşüncenin bir örneğidir. Başka bir öznenin doğrusal olduğunu sandığımız geçmişine öykünerek kendi yazgımızı belirlemek gibi 'zaman dışı' (anachronic) bir çaba. Bu durum, 'bilimsel' çalışmalarda da var. Bir kaç on yıl önce, çok az sayıda araştırma grubu tarafından yapılabilen çalışmaların bir çoğu için gereken altyapıya artık daha kolay erişilmekte. Böylece; daha önce o çizgi üzerinde hızla gitmediklerini düşünüp hızlanmak isteyenler; bir kaç on yıl önce elde edilen sonuçları, o zamanlar yapılanları  sürekli yineleyerek  yeniden bulmak için zaman harcamaktalar.  Ortaya çıkan, aynı zamanda, boşa harcanmış malzeme, enerji, emek, ... Yanlış örnekçelendirilmiş bir öykünün içinde yaşamak...

         'Çağcıl' düzen bu yanılgıyı desteklemekte ve çoğumuz da onaylamaktayız. Yanılsamalar ve yalın yordamlar 'huzur' ve 'rahatlık' getiriyor. 'Huzur'u ve 'rahatlık'ı; 'sanal' bir çizgiden kısa sürede geçmenin kaygısı ve yorgunluğuyla gerçekleştirmeye çalışırız.  'Biz de yapabiliriz ve elimizde reçetesi var' düşüncesi ile iki yüz yıl önce tamamlanmış süreçlere yeniden başlarız.  Çok 'hızlı' gidip tamamlarsak, çizginin ötesine geçebileceğimizi düşünürüz. 

        Çok önem verilen 'zaman'a  haksızlık ediliyor, bu düşlerle. Onun, zamanın, en önemli özelliği olan geriye döndürülemezliğini  yadsımış oluyoruz. Çünkü; geçmişten bu güne değişen konumlar, gerçekten, bir çizginin üzerinde olsalardı, geçmişe de dönülemez miydi? Öyle bir çizgi yok! Zamanda da başlangıca gidemezsiniz. Bulunduğumuz konumdaki sonsuz yol olasılıklarını, tüm noktaların salınımı ile birlikte değerlendirip, harcadığımız enerjinin ve emeğin bizim dışımızdakileri de ilgilendirdiğini bilmeliyiz. Lucretius'un dediği gibi: "Olmuş olanın, oluşanın ve olacak olanın/Demek kimse algılayamaz zamanı, varhkların/Deviniminden ve durağanhğından ayrı tutunca.' [2].

    Her şey varlıktır. Yerkürenin ve gördüğümüz gökkürenin ölçeğinde kalırsak; taş, toprak, hava, su; memeli, kanatlı, çok bacaklı, uçar, yüzer, gezer tüm hayvanlar,… Aralarında bir ayrıcalığımız olmasa gerek. Doğrusallık düşünden uyanıp, gerçeğin kıpırtılarında gideceğimiz yolu seçmeliyiz. Gerçek bilim, gerçek üretim, gerçek sağaltım, gerçek gönenç 'eski zaman hikâyeleri'nin yinelenmesi ile olmuyor. O kadar yol geldik, farkına varamadık!


*...Mirabeau köprüsünün altından Seine nehri akar.// Çal ey saat gel ey gece/Günler gelip geçiyor/Bense olduğum yerde (Guillaume Apollinaire, Mirabeau Köprüsü [3] )
**...Ses edip geceye beyaz taşından/kışlanın saati çaldı ikiyi. /Ne çabuk, lâhzada bitti yaşamak. (Nazım Hikmet, Kara Haber [4] )

 

 



[1]    Davidson, L., Fluid mechanics, turbulent flow and turbulence modeling, http://www.tfd.chalmers.se/˜lada/postscript files/solids-and-fluids turbulentflowturbulence-modelling.pdf, February 2021.

[2]    Lucretius, Evrenin Yapısı, Çev. Turgut Uyar ve Tomris Uyar, Hürriyet Yayınları, 1974.

[3]   Guillaume Apollinaire, Dünya Gülü, Çev. Ahmet Necdet, Adam Yayıncılık, 1986. 

[4]    Başlangıcından Bugüne Türk Şiiri 100 Şair, Varlık Yayınları, 1974.

 

               

            



 

Yorumlar