Beklenmedik olaylar gizleneni görünür yapar, çoğu kez.
Fakat; bilinmeyeni bilinir kılmaz. Çünkü; bilinmeyen her zaman bir başka
biçimde gizlenmeyi başarır. Bu başarının nedeni, büyük ölçüde, algıların dışına çıkılmayışıdır. Olayların ‘beklenir’ olmaması da, aslında, ‘bekleyen’in
düşüncelerindeki olasılıkların sınırlı oluşundandır.
Çağcıl (modern) yaşamın niteliklerinden biri de budur: Kafamızdaki olasılıkların sınırlılığı. Teknolojik kolaylıklar insanların yetilerini geliştirip düşlemlerini genişletebilir. Ama arka düzlem değişmez. Arka düzlemde pürüzler, girintiler, yollar vardır. Bunların konumları çoğu kez değişmez, değiştiğinde de düzlemin dışına çıkmaz. İşte bu nedenle, çağcıl toplumun yelpazesindeki tüm renkler ve tonları için öncesi bellidir, sonrası da olsa olsa bir ton, belki de bir kaç renk öteye sıçramaktır. Yelpazenin bir renginde olmak zorunluluğu elbette bilinen her çağda, her toplumda vardır. ‘Kapalı’ olduğu söylenen toplumlarda daha yoğun bir basınç olduğu için ton alanları daha dardır. Fakat; yelpazenin yırtılmasını eski, ilksel, ‘iptidâi’ topluluklar daha hızlı kabullenir ve olanın bir değişim ya da dönüşüm olduğu gerçeğine göre davranırlar. ‘Tanrıların öfkesi’, ‘yazgı’, ‘yaptığımız kötülüklerin cezası’… Olan olmuştur, başa gelen çekilir ve söylencelerde anlatılır. Örneğin, Kızıldeniz yarılmıştır [1], Nuh Tufanı tüm yeryüzünü sularla kaplamıştır [2]. Açıklaması ne olursa olsun, yadsınmamıştır olanlar.
Kapalı ya da açık, çağcıl toplumlarda ise böyle bir olasılığın olduğu hiç düşünülmez. Oysa, doğal ve toplumsal olayları tansık ( mûcize) veya büyük yıkımın ötesinde açıklayabilecek yüzyılların birikimi var elimizde. Evet. Ama ilksel toplumlardan farklı bir dizge içerisindeyiz. Bu, öyle bir fark ki, diğer dizgeyi, doğayı, tanımıyoruz. Doğanın kendi çelişkileri, doğada çelişki olmadığının söylenmesini sağlayacak dek kısa sürelerde sona erer. Çünkü, düşük olasılıkların da gerçekleşmesi sözkonusudur. İlksel insanın ‘tansık’larının ve ‘yıkımları’nın temelinde doğanın bu niteliği vardır. “Doğa kendi başına çelişkin değildir; ancak içinde yer alan özel bir insan etkinliği açısından çelişkin olabilir; çevrenin özellikleri, şu ya da bu etkinlik türünün tarihsel ve teknik biçimine göre değişik anlamlar kazanır” [3]. İlksel insan, ‘çelişkin olmayan’ doğayı tanıyordu ve kendisinin etkinliklerinin ‘çelişkinlik’ oluşturduğunun bilincindeydi.
Biz ise uyandığımızda da içerisinde olduğumuz bir düşte
yaşıyoruz. Edindiğimiz bilimsel birikimi; bırakınız başka bir dizgeyi tanımak, yelpazemizde tutsak olduğumuz renk aralığını anlamak
için bile kullanamıyoruz. Çünkü; son birkaç on yıldır, o çelişkisiz dizgeden, iyice,
belki de tam olarak, uzaklaştık. Yelpazemizde yaşam savaşı veriyoruz. Yelpazenin
renkleri de azaldı ve çok çelişkili oldu. Artık tonlar değil, koyu ve açık
renkler var. Yoksul ve varsıl, Doğu ve Batı, göçmen ve yerleşik, kadın ve erkek,
çocuk ve yetişkin, dizgeyle uyumsuz ve uyumlu, engelli ve tam, … Daha da ötesi yelpazenin içindeki insan ve dışındaki diğer canlılar… Eşitliksiz toplum ve sömürülen doğa…
Resim: Plato's Cave (1604) Jan Pietersz Saenredam ve Cornelisz van Haerlem [4]
Çağcıl bir eşitliksiz toplumun alt kümelerinde yaşamak, ilksel bir toplumda yaşamaktan daha zor olsa gerek. Çünkü; yardım eden doğa yok, artık. Yaşamayı sürdürmekten öte, ölmemeyi başarmak gerekiyor. Sağaltıcı otlar, temiz hava, sular ve toprak yok. Tarım yok. Orman yok. Hayvanların çoğu, böcekler yok [5]. Bilim var. Ama kimin umurunda?
Bu nedenle; çağcıl toplumların alt kümeleri, eşitliksiz bir ortamda doğasız, bir başlarına verdikleri savaşın içerisinde, ansızın ortaya çıkan bir virüsü de umursayacak değillerdi.
Onlar yaşama tutunmakla uğraşırken, üst kümeler de daha ‘iyi yaşama’nın peşindeydiler. Bir virüsün değişinime (mutasyona) uğraması, dolaşımla (mobilite) yayılması çok düşük olasılıklardı ve düşük olasılıkların da gerçekleşebileceğini bilmiyorlardı, doğayı tanımadıkları için. O zaman bunu reddetmek gerekiyordu. Yoksul işinden, varsıl kârından olacağı için belki de tüm kümelerin uzlaştıkları tek görüştü, bu yadsıyış. Sonra önlemler yadsındı. Maskeye gerek görülmedi bir süre. Virüsün havada asılı kaldığı, bilim insanlarının Temmuz 2020’deki bildirgesine karşın, göz ardı edildi [6]. Kapalı alanların doğru yöntemlerle havalandırılmaları ve birim alana düşen kişi sayısının azaltılması gerektiği çok sonraları konuşulmaya başlandı. Bundan sonra ne olacağı belirsiz.
İnsan türü, neredeyse tek başına olduğunu düşünerek, altındaki suyu bile kuruttuğu bu yerkürenin üzerinde, kendi çeşitliliğini de azaltıp çelişkileri keskinleştirdi. Bu çelişkili dizgenin yöneticilerinin getirdiği ve çoğu, günü kurtarmak amaçlı olarak 'ürkü' (panik) içerisinde alınmış anlamsız önlemlere uyulması isteniyor, şimdi. Bu dizgenin eğitimli kişilerinin bile virüsün bir kumpas olduğunu savunmaları, aşılanmaya karşı çıkmaları, gördükleri çelişkilerden dolayı duydukları kuşku...Sonucu belirlemede kendi çabasının etkili olabileceği yönündeki tüm etkinlikleri şimdiye dek şiddetle bastırılmış bireyden, önlem alması, üstelik çoğu gecikmiş ve anlamsız önlemler, beklenemez. Öncesinde, herkesin iyi beslenmesi, sağaltımın ve eğitimin herkes için nitelikli, ücretsiz, başta havalandırma olmak üzere altyapıların donanımlı olduğu koşullarda olması, çalışma ve emeklilik zamanlarının insanın fizyolojik yapısıyla uyum içerisinde düzenlenmesi gerekiyordu. Doğru olan buydu.
Şimdi, çağcıl toplumun eşitsizliği içselleştiren bireyi, 'bunların hepsi bir oyun' diyerek doğayı görmezden geldiği yazgısı ile düş içerisindeki düşünden uyanmaya çalışıyor. Yine düşün içinde kalıyor. Eşitsizliğin üst kümeleri de çıkış yolu bulamıyorlar, artık. Geldikleri yer, gerekirci anlayışlarının öngördüğünün çok dışında. Her canlı bir rastlantısallık kaynağı iken, toplumun ancak 'çok çalışan, iyi uyum gösteren' bölümünün sahip olacağını düşündükleri ışıltı soluklaşmaya başladı [7]. Belki yeniden, bu deneyimlerle daha geniş, daha çok sayıda rengi olan bir yelpazeye geçecekler. Ama bu da sürmeyecektir. Çünkü; mağaranın dibinden geçen gölgeleri görüyorlar, yalnızca. Gerçek, mağaranın dışında. Doğada, eşit toplumda. Güneşin düzenlediği 'bütün görülen dünyada' [8]. Gizlendiğimiz mağarada, virüsü yaydığı söylenen yarasada değil.
[2] https://ncse.ngo/yes-noahs-flood-may-have-happened-not-over-whole-earth
[4] https://www.nga.gov/collection/art-object-page.62542.html
[5] https://www.nature.com/articles/d41586-019-01448-4
[6] https://seyhanuyguronbasioglu.blogspot.com/p/newton-gelmedi-heisenbergi-bilmiyoruz.html
[7] Klaus Schwab ile yapılan röportaj. Zeit Online, 21 Eylül 2020.
Yorumlar
Yorum Gönder